Sabah saat 08.00’e kurulu olan alarmım çalıyor ve Kuzey Kıbrıs’ın serin sabahına uyanıyordum. Kendime gelmem için elimi yüzümü yıkıyor ve kahvaltı servisi için bahçeye geçiyordum. Açık havada verilen kahvaltıya katılıyorum. Bellapais Villa çalışanlarının servisleri ile omlet, çay ve kahvaltılık diğer yiyeceklerden yiyerek sıkı bir kahvaltı yapıyorum. Kahvaltı sonrası dün gece resepsiyonda tanıştığım İran asıllı Rey Jabari ile biraz sohbet ediyorum.
Saat tam 09.00’da Savaş Bey, eşi Berna Hanım ve kızları Zeynep gelmişlerdi. Odamdan sırt çantamı alarak Bellapais Villalarından çıkışımı veriyordum. Araca atlayarak Dipkarpaz’a doğru yola koyuluyoruz.
Dipkarpaz yolu üzerinde birçok tarihi kalıntıya rastlamak mümkün. Eski Rum köylerine tanık oluyordum. Yol kenarında başıboş bir otobüs görüyor ve hemen orada duruyoruz. Bu manzara aklıma Into the Wild filmini getirdi. Sandalye de olsaymış Emile gibi güzel bir poz verebilirdim. 🙂
Tekrar araca binerek ilerliyoruz. Savaş Bey “Fatih, etrafta eşek görürsen Karpaz’a geldik sayılır” diyordu. Şu meşhur Karpaz eşekleri. Söyler söylemez birkaç kilometre sonra yol kenarlarında başıboş yabani eşekleri görüyorduk. Çok tatlılar… 😀
Biraz daha ilerledikten sonra eşekler daha da bir çoğalıyordu. Sağlı sollu tarlalarda Kıbrıs’ın iyiden iyiye hissettirdiği sıcakları altında geziniyorlardı. Yaklaşık 3 kilometre sonra bir Rum köyünde duruyoruz. İçecek soğuk bir şeyler ve eşeğe yemesi için bir paket cips alıyorduk. Cips mi? Demeyin. Ne verirseniz yiyor eşekler. 🙂
Bakkal alışverişinden sonra yolumuza devam ediyoruz. Beklediğimiz gibi eşeklere tekrar tarlalarda rastlıyorduk. Yol kenarında pek eşek görünmüyordu. Bazı zamanlar araçları durdurup yiyecek istedikleri de oluyormuş. Bu esnada az ileride yol kenarında duran birkaç eşek görüyor ve hemen duruyoruz. Gelen giden araç yok ve durmak için yol müsait. Araçtan aşağı inmiyoruz. Pencereleri açarak bir şeyler vermek istiyoruz. Eşeklerin de canlarına minnet. Zaten kafalarını araç penceresinden içeri sokuyorlarmış. 🙂
İlk defa bir eşeği ellerimle besliyorum. Gerçekten farklı bir deneyimdi. Cips aldık demiştim. Ben de ilk başta tereddüt ettim fakat Savaş Bey ve eşi söylemişti ne versen yiyorlar diye. Birkaç cips alıp pek bir ürkek tavırlarla eşeği beslemeye çalışıyorum. Gayet keyifli! 🙂
Tekrar yola koyuluyoruz. Savaş Bey; “Ay. Philon Plajı’na gidelim, orası sakindir” diyerek Dipkarpaz köyünün kuzeyinde kalan Karpasia’nın bulunduğu sahil şeridine geliyoruz.
Pazar günü olmasına rağmen pek kalabalık yoktu gerçekten. Burada 1 saat kadar duruyoruz. Karpaz sahilleri turkuaz renkte harika bir denize sahip. Hiç şüphesiz burası da öyle.
Deniz suyu sıcaklığı tam kıvamında. Burada 1 saat kadar keyifle yüzüyoruz. Fazla vakit kaybetmeden toparlanıp park halinde olan araca doğru ilerlerken yakınlarda Ay. Philon Kilisesi’ni görüyoruz. Kiliseye gelip buranın birkaç fotoğrafını çekiyoruz.
Ay. Philon Kilisesi, MS. III. yüzyılın sonu ile MS. IV. yüzyılın başında Kuzey Kıbrıs’ın en eski piskoposluk merkezlerinden biriymiş. Kilise ilk olarak MS. V-IV. yüzyılda inşa edilmiş, MS. XII. yüzyılda geliştirilmiş ve son şeklini ise MS. XIV yüzyılda almış. Adını MS. IV. yüzyılın başında Karpaz bölgesinin ilk piskoposu olan Ay. Philon’dan almaktaymış.
Ay. Philon Kilisesi’ni fotoğrafladıktan sonra araçtaki yerimizi alıyor ve yaklaşık 10 dakika sonra İskele/Karpaz’da yer alan Revaklı Guest House’a geliyoruz. Savaş Beyin tanıdıkları. Burada ikişer bardak çay içiyoruz. Bahçesi de olan Revaklı oldukça hoş bir yer.
Kısa bir dinlenmeden sonra az bir mesafe kalan yolumuzu da giderek Dipkarpaz’da kalacağımız Karpaz View Hotel’e geliyor ve yerleşiyoruz.
Kıbrıs adasındaki bölgeler içerisinde hiç kuşkusuz, Karpaz Bölgesi’nin yeri farklıdır. Kıbrıs’ın kuzey doğusunda bulunan ve İskele ilçesinin bir parçası olan Karpaz Yarımadası, huzur veren sessizliği, yeşilliklerinin süslediği masmavi koyları, upuzun kumsalları, el değmemiş doğası ve geçmişin görkemine tanıklık eden tarihi kalıntıları ile cennetten bir parçadır. Yaklaşık 80 km uzunluğundaki Karpaz yarımadası, Akdeniz Havzası’nın belki de son bakir ve huzurlu parçasıdır.
Karpaz View Hotel’e yerleştikten sonra buraya yakın olan Apostolos Andreas Manastırı’na gidiyoruz. Karpaz Yarımadası’nın önde gelen ziyaret yerlerinden biridir. “Mucizeler yaratan”, “Rüzgârların hâkimi” ve “Yolcuların koruyucusu” özelliklerini taşıyan Apostolos Andreas’a adanmıştır. Burası Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar tarafından kutsal sayılmakta ayrıca adak amacıyla da kullanılmakta. Ortodoks Rumlar tarafından yoğun olarak ziyaret ediliyor.
Manastır sonrası tekrar View Hotel’e geliyoruz. Burada biraz dinlenmeye çekildik. 1 saat sonra Kıbrıs’ın en uç noktası olan Zafer burnuna gideceğiz.
Karpaz View Hotel’in bahçesi. Görünen boş toprak alana organik tarım için bahçe ve gelen misafirlerin sabah yumurta toplayabilecekleri kümesler yapılacağını öğreniyorum. Sandalyede biraz vakit geçiriyorum. Uçsuz bucaksız denizin vermiş olduğu huzuru doyasıya yaşıyorum.
Yaklaşık 1 saat dinlenmeden sonra adanın en uç kısmı olan Zafer Burnu’na gidiyoruz. Oldukça stabilize bir yol. Oluşan çukurlar yolda ilerlemeyi güçleştiriyor. Karpaz’dan, Zafer Burnu’na 20 dakikalık bir yolculuk sonrası geliyoruz. Farklı bir his. Adanın en uç noktasındayız. Bizi bir askeri kulübesi karşılıyor. Kulübe üzerinde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs bayrakları dalgalanıyor.
Kulübe boş ve görevli kimse yok. Çevrede insan da göremiyoruz. Burada 20 dakika kadar duruyor ve birkaç fotoğraf çekiniyoruz.
Zafer Burnu’ndaki gezimizden sonra tekrar Karpaz View Hotel’e geçerek dinlenmeye çekiliyoruz. Bir hayli gezdik. Bir duş alıyor ve sonrasında akşam yemeğine kadar deliksiz bir uyku uyuyorum. Saat 20.00 civarı akşam yemeğine uyanıyor ve Akdeniz’in tatlı esen rüzgârında yemeklerimizi yiyoruz. Yemek sonrası kahve eşliğinde hoş sohbetler ile saati 23.00 yapıyoruz. Artık uyku vaktidir diyerek odalarımıza çekiliyor ve güzel bir uyku uyuyoruz.
Yarın Kuzey Kıbrıs’ta son günüm. Gazi Mağusa ve Maraş bölgelerini gezeceğim.