Nisan ayının başlarında Gaziantep’teki sevgili dostum ve arkadaşımla telefonda konuşurken “gelsene” birkaç günlüğüne dedi. Soğuk ve yağmurlu havalar yavaş yavaş yerini sıcaklara bırakmaya başlamıştı. Arkadaşımın teklifine “olur” dedim. Zamanı ve günü kendisine bıraktım. Sağ olsun, bir gün sonra uçak biletimi mailime yolladı. Gerçi yılda bir ya da iki defa yapıyordu bunu. Gaziantep gezisi onun teklifi üzerine gerçekleşti. Geriye dönüp bakınca “çok da iyi olmuş” diye düşünüyorum. Gaziantep’te bulunduğum süre içinde beni hiç yalnız bırakmadı. Bu vesile ile kendisine çok teşekkür ederim.
Gaziantep, daha önce yaşadığım ve iyi bildiğim bir şehir. Buna rağmen her gittiğimde yeni yerler görmek mümkün oluyor. Gaziantep, dinamik ve sürekli kendini geliştiren bir şehirdir. Bu şehrin gelişiminde en büyük payın eski belediye başkanı Celal Doğan’da olduğunu unutmamak gerekir. Her gidişimde beğendiğim şehri, bu gidişimde oldukça pis ve dağınık buldum. Sokaklar, caddeler, parklar bana pek sevimli gelmedi. Yerel yönetimlerin üzerinde ağır bir yorgunluk var gibi. Her neyse… Umarım kısa sürede derlenir, toparlanır.
Her yolculuk gibi bu yolculuk da heyecan vericiydi. Gaziantep diye çıktığım yolculuğa Antakya’yı da eklemek istedim. Antakya’ya da daha önce defalarca gitmiştim ve her gidişimde de çok severdim. Bu gidişimin diğerlerinden bir farkı vardı. Önceki zamanlarda ulusal basında yer alan bir oteli, daha doğrusu müze otelin çalışmalarını okumuştum. Oldukça ilginç bir proje ve sanırım dünyada başka bir örneği de bulunmuyor. Sırf bu oteli görmek için Antakya’ya gidecektim.
Gaziantep otogarından 08.00’de yola çıktım. Gaziantep, Nurdağı, İslahiye, Hassa, Kırıkhan ve Serinyol üzerinden Antakya’ya yaklaşık 4 saatte ulaştım. Yolculuk, iki şehir arasındaki mesafe 180 km ve yolun çok iyi olmasına rağmen; midibüsün yol üzerindeki her ilçeye, beldeye hatta köye uğraması nedeniyle uzun sürmüştü. Merkeze yakın bir yerde araçtan indim. Hava kapalı ve hafiften yağmur atıştırıyordu.
Ulu Cami’yi arkama alıp Habib-i Neccar Dağı’nın olduğu tarafa yürüyerek, Antakya’nın tarihi dokusunu büyük ölçüde koruduğu ve dünyanın ilk ışıklandırılan caddesi olan Kurtuluş Caddesi’ne ulaştım. Cadde aynı zamanda şehirde görülmesi gereken bir yapıyı da üzerinde bulunduruyor. Tarihi Affan Kahvesi, Türk Katolik Kilisesi, Aromatik Bitkiler Müzesi, Habibi-i Neccar Cami, Antik Cam Evi, Müze Otel, St. Pierre Kilisesi ve Arkeoloji Müzesi gibi.
Müze Otel ile ilgili yaptığım araştırmalarda birbirinden çelişkili bilgiler vardı. Bazı bilgilere göre otel hizmete açılmış, bazılarına göre Nisan 2019’da hizmete açılacaktı. Otel rezervasyon sitelerinde de açık görünüyordu. Oteli adı “Hilton Antakya Museum” idi. Birinci elden edindiğim bilgiler sonucu bu bilgilerin eski olduğunu öğrendim. Otelin Hilton ile birlikteliği başlamadan bitmiş ve adı da “The Museum Hotel Antakya” olmuş. Otel, 2019 yılının yaz başında hizmete açılacaktır.
St. Pierre Kilisesi’nin karşısında ve Antakya Arkeoloji Müzesi’ne komşu olan otele vardığımda etrafı çevrili, çalışmaları devam eden bir şantiye ile karşılaştım. Şantiye kapısındaki görevlilere meramımı anlattığımda, çalışmaların devam ettiğini ve içeriye girmenin yasak olduğunu ifade ettiler. Görevlilere amacımı ayrıntılı anlatıp yardım isteğimi yeniledim. Sitemizden, hadigez.com’dan bahsettim ve otelle ilgili bir yazı yazmak isteğimi bildirdim.
The Museum Hotel Antakya, sadece ülkemizin değil dünyanın en ilginç ve sıra dışı oteli olacak gibi duruyor. Otel hizmete açıldığında üzerinde çok konuşulacak gibi görünüyor. İnşaatı yapanların her aşamayı kayda aldıklarını düşünüyorum. Otelin inşaat alanında dünyanın en büyük tek parça (850 metrekarelik) tarihi mozaik eserinin bulunduğu ifade ediliyor.
Bunun üzerine görevliler beni ilgili kişilerle görüştürmek istediler. Güvenlik önlemi olarak kafama baretimi takıp binanın içine girdik. İçerisi oldukça büyük görünüyordu. Her tarafta işçiler çalışmalara devam ediyordu. Kapıdaki görevli arkadaş beni büroların bulunduğu bölümdeki Satış ve Pazarlama Müdürü Ergin Erden’in yanına götürdü. Kısa bir tanışma faslından sonra Ergin Bey oldukça sıcak ilgi gösterdi. “Madem bu kadar uzun yoldan geldiniz, size yardımcı olalım” dedi. Kısa bir çay molasından sonra rezervasyon ve gelirler görevlisi Yonca Akın rehberliğinde binayı dolaştım. Çalışmalarla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi. Yardımları için Ergin Erden ve Yonca Akın’a tekrar teşekkür ederim.
Otelin Proje Müdürü Murat Tanalp’ın gazetelerde yer alan açıklamalarına göre, “Asfuroğlu Grubu’na ait 17 bin metrekarelik arsa 3. derece SİT alanıydı. 2009’da SİT kurallarına uyarak otel projemizi başlattık. Bir yandan da Hatay Arkeoloji Müzesi kontrolünde kazılar yapılıyordu. Mayıs 2010 başta büyük mozaikler olmak üzere eserler ortaya çıkmaya başladı. Emre Arolat’ın mimarlık ofisi yeni projeyi hazırladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan geçtikten sonra yeni projeyle otel inşaatımıza yeniden başladık. Arkeolojik kalıntının olmadığı 66 noktada kuyu açtık. Temel kazıkları elle açılan bu kuyulardan yükseldi. Otelin yüzde 90’ı çelik konstrüksiyondan oluştu. Bu özelliği ile Türkiye’nin ilk binası oldu.”
Otelin zemin katında yani mozaiklerin bulunduğu alanda toplam 200 metrekarelik mozaik, 3500 metrekarelik tarihi mermer alanı ve 850 metrekarelik tek parça mozaik alanı bulunuyor. Otelin girişinde bulunan bu alan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiştir. Otelin hizmete açılmasıyla birlikte isteyen herkes belirli bir ücret karşılığında burayı gezebilecektir. Otele müze otel özelliğini kazandıran da budur.
Otelin sahibi Necmi Afsuroğlu’na göre; “1,5 yılda bitirmeyi planladığımız oteli yıllardır bitiremiyoruz… Başlarken 35 milyon dolara 400 yataklı otel diye yola çıkmıştık… Şimdi 200 yataklı otele dönüştü, harcadığımız para da 120 milyon dolara çıkacak” tır.
Otel inşaatında tarihi mozaiklerin bulunmasıyla mimari yapı tümüyle değiştirilmiştir. Bir otelde bulunması gereken bütün sosyal alanlar bodrum ya da zemin yerine teras kata yerleştirilmiştir. Restoranlar, yüzme havuzları, fitness salonu, gece kulübü gibi. Ayrıca teras katında St. Pierre Kilisesi, Habib-i Neccar Dağı ve şehir manzarasının seyrine doymak mümkün olmayacaktır.
The Museum Hotel Antakya, sadece konaklama yapan müşterilerine değil dışarıdan gelen ziyaretçilerine de hizmet verecektir.
Oteli tepeden tırnağa dolaştığımda işçiler son hazırlıkları yapıyordu. Otelin faaliyete geçmesi için geriye sayım başlamış durumdadır.
The Museum Hotel Antakya, henüz tamamlanmadan çeşitli mimarlık ödüllerini de almaya başlamıştır. İspanya’da yapılan Dünya Mimarlık Festivali ve Singapur Dünya Mimarlık Festivali’nde birincilik ödülleri alırken, Mimar Sinan Uluslararası Proje Olimpiyatları’nda da özel ödül verilmiştir.
Oteldeki bütün odalar konteyner biçiminde tasarlanmıştır. Zemindeki arkeolojik kalıntılar otelin her yerinde görülebilecektir. Otelden müzeye giriş yok. Müzenin girişi otel girişinden ayrı olacaktır. Otel müşterisi de gezecek ise dışarı çıkıp müzeye ücretli girecektir. Müze ise zeminden 6 metre aşağıda olacaktır.
İnşaatına 2009 yılında başlayan Türkiye’nin, belki de dünyanın ilk müze oteli 2019 yılının yaz başında hizmete açılacaktır. Kişisel olarak açılışını merakla bekliyorum. İnsan yaşamında böyle bir yapıya kaç kere şahit olabilir ki? Açılışa davet edilirsem (ki bu isteğimi Satış ve Pazarlama Müdürü Ergin Erden’e ifade ettim) otelin açılışını da yazmak isterim.
Yolunuz Antakya’ya düşerse bu sıra dışı oteli görmelisiniz.