İstanbul’da yaşayan kişiler, “nasıl olsa buradayım, her zaman görme imkânım var” diyerek şehrin en önemli mekânlarını göz ardı ederek maalesef bu kadim şehri keşfetmeyi hep erteliyorlar. Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız bir hafta sonu plan yapıp şehrin en turistik yerlerini gezmelisiniz. İstanbul’da gezilecek yerler hakkında yüzlerce yazılmış içerik var. İstanbul’da yaşayıp henüz Sultanahmet Camii’ni, Ayasofya’yı, Balat’ı görmemiş olanlar var.
Size bu yazımda Sultanahmet çevresi ve Ayasofya hakkında bilgiler vermeye çalışacağım. Mutlaka bu iki tarihi yapıyı henüz görmediyseniz bir hafta sonu yalnız, arkadaşlarınızla veya ailenizle gidip görmenizi öneririm.
İstanbul Tarihi’nin Başladığı Yer
İstanbul’u gezmeye, şehrin tarihinin başladığı ve tarihi yarımada diye anılan bu özel mekândan başlayabilirsiniz. Sultan I. Ahmet’in Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırdığı cami mekân olarak özellikle Ayasofya’nın karşısına konumlandırılmıştır. İnşaatı 1617 senesinde tamamlanan cami aynı zamanda Osmanlı’nın her anlamdaki zirveye çıktığı klasik döneminin son büyük yapıtı olarak görülür. Mimari olarak Süleymaniye Camii’nin gerisinde kalmış olduğu söylense de büyüleyici atmosferi ve çinileriyle size hoş bir ziyafet sunacaktır. Buraya defalarca gitmiş olsanız bile tekrar giderek daha dikkatli bir gözle ayrıntılı gözlemlemelisiniz. Her ayrıntıdan alınacak ayrı bir lezzet eminim bulacaksınızdır.
Bugün caminin bulunduğu yerde daha önce Bizans sarayı bulunmaktaydı. Caminin ön kısmında geniş bir alan ve dikili taşlar göreceksiniz. Bu bölüm Bizans döneminde at yarışlarının, bazen ölümle sonuçlanan mücadelelerin binlerce kişi tarafından izlendiği bir hipodromu ihtiva etmiştir. Burada göreceğiniz üç sütun ise bu hipodromun ortasına konumlandırılmış, etrafında arabaların döndüğü eserlerden bugüne kalanlardır. Bu dikili taşların tarihini öğrenmek bile size büyük bir haz yaşatacaktır. Örneğin 390 senesinde Mısır’dan getirilerek diktirilen dikili taşın üzerinde Mısır hiyerogliflerini göreceksiniz. M.Ö. 1550 yılında Mısır kralının Mezopotamya seferinin anısına diktirdiği taşın üzerinde firavunun çeşitli görünümleri yer almaktadır.
Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi
Birçok tarihin üst üste bindiği ve dünya üzerinde benzerine ender rastlanan bu özel alanda görülmesi gereken bir başka mekân tabii ki Ayasofya’dır. Ayasofya, kabaca aya ve sofya kelimelerinden oluşuyor ve kutsal bilgelik anlamına geliyor. İmparator Justinyen tarafından 537 yılında yaptırılmıştır. Bu bölgede daha önce de birçok kilisenin yapıldığını ve isyan gibi toplumsal olaylar sonucu yıkıldığını bilmelisiniz. Günümüze ulaşan hali olan Justinyen’in Ayasofya’sı, dışarıdan bakıldığında Sultanahmet’e göre daha sade bir yapıda gözükmektedir. Fakat yapıldığı dönem için ne kadar devasa bir boyutta ve büyüleyici bir etkiye sahip olduğunu hayal edebiliriz. Asıl güzelliğini daha çok içinde saklamaktadır. Fetihten sonra camiye dönüştürülen yapı Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile 1935 yılında müzeye dönüştürülmüş ve o tarihten beri ziyaretçilerine müze olarak hizmet vermekteydi. Aradan geçen 86 yıl sonra 24 Temmuz 2020 tarihinde kılınan ilk Cuma namazı ile birlikte camiye dönüştürülerek resmen ibadete açılmıştır. Birçok Bizans eseri gibi Osmanlı mimarlarına ilham vermiş olan yapı, içerisine girdiğinizde büyüklüğüyle ve görselliğiyle sizi büyülüyor. Burayı gezerken mutlaka Ayasofya’nın etrafında şekillenmiş olan efsanelerini de dinlemelisiniz. Mesela eserin kuzeybatı tarafında bulunan bir sütunda, içine parmağınızı sokabileceğiniz büyüklükte nemli bir oyuk vardır. İnsanlar bunun tedavi edici özelliklere sahip olduğuna inanmaktadır.
Sultanahmet ve çevresi, dünyada en çok merak edilen ve ziyaret edilen turistik mekânlardandır. Çok duyulduğu için kıymeti az diye düşünmemelisiniz. Hiç görmediyseniz mutlaka görmek, daha önce gördüyseniz de farklı bir gözle tekrar deneyimlemek size her zaman eşsiz duygular yaşatacak ve tarihini öğrendikçe kendisiyle daha özel bir bağ kurmanızı sağlayacaktır.